15 Mayıs 2010 Cumartesi

İçimizden Biri "Joe"

Evet, içimizden biri Joe. Küresel ekonomi politikalarını bilip görmezden gelen, neo-liboş politikalarla işi olmayan basit görünümlü bir insandır. Aidiyet hissedebileceği herhangi bir toplumsal sınıf, kültürel arka planı yoktur ama varmış gibi davranır (ya da öyle olduğunu sanar). Arada bir suya dokunur, bazen de sabuna. Etli ve sütlü ürünlerden hoşlanmaz. Joe bukalemun gibidir. Haysiyetlidir ama net değildir. Kafası karışık değildir. Hemen her konuda kısa sürede fikir sahibi olabilir, bazen bu durum günler alır. Muhabbete hemen kaynaşır ama hiçbir zaman dahil olmaz. Joe, kamusal alanda sıradan bir insan görünümünde değildir çünkü farklı davranmayı sever. Hiçbir zaman kendisi gibi davranmaz –kendisi hakkında fikir sahibi olduğu muallaktır. Joe pişmanlık duyduğunda kendine karşı hakaretler yağdırarak öz-eleştiride bulunduğunu sanmasıyla da tanınır. Her zaman güvenilir birisi olduğu imajını çizmiştir ama her an yüzüstü bırakabilecek potansiyeli vardır. Joe için eylem ile söylem iki farklı dünyaya aittir. Bazen eylemde bulunur bazen de söylemde. Joe’nun idealleri yoktur. Üç-beş vakte kadar gelecek planları da. Günü kurtarmaya bakar. Joe ile ilişkiniz en fazla iki hafta sürer. Kimse ona katlanamaz. Joe ‘yu bomboş ve hafif olarak nitelendirebilirsiniz ama hayatınıza girerse kaldıramayacağınız bir sorumluluğu omuzlarınıza alırsınız. Joe kene gibi yapışır. Hayatı sömürme derecesi, hayatı sömürerek yaşamayı amaç edinenlerinkinden daha yukarıdadır.
Joe istenmeyen’dir
Joe yaşamayı bilmez ve nasıl öğrenileceğini de “bilmez”

21 Ocak 2010 Perşembe

Kadın gücünün ikonası bağlamında "Anti Christ" (Lars von Trier) hakkında


Trier’in filmi Anti Christ’e dair birkaç şey yazmak istedim. Filmi izledikten sonra boş ve anlamsız bakan bir çift göze sahiptim artık. Mübalağa yada filmin etkisini üstünden atamamış "adamın" cümleleri değil söylediklerim. Filmin ilk başta anlaşılmaz gelen o kadar çok yönü var ki, saymakla bitmez. Tüm bunların ikonografik çözümlemeleri ve görüntü yönetmeninin ortaya koydukları hakkında düşünürken, fazla mesai yapmış beynimin gözlerim üzerindeki etkisinden bahsediyorum. Gerçekten müzikleri, sahneleri ve açılış sekansıyla hafızadan kolay kolay silinmeyecek bir film olduğunu düşünüyorum.
Dost meclislerinde yapılan sohbetlerden film için genel bir çıkarım yapacak olursak; ataerkil yapının kadın üzerindeki iktidarından söz edebiliriz. Özellikle ortaçağda kutsal cinayetler kisvesinde kadına yönelik şiddete de değinmeden olmaz. Şiddet, hafif kalan bir kelime aslında. Bir kıyım yada katliamdan söz edilebilir. Filmde bu duruma yönelik bir eleştiri okuyamadım aslında. Ancak duyumlarıma göre Trier, “savunmadığım, karşıtı olduğum şeyleri savunan filmler yapıyorum” demiş filmleri için. Nitekim filmin sonunda yine erk olan kadına karşı galip gelerek iktidarını koruyor.
Film için bir eleştiri anlamında olmasa da bu konu hakkında oldukça sağlam bulduğum, Hande ÖĞÜT’ün Radikal’de yayınlanan bir yazısından alıntı olarak:
"Cadılarla ilgili ilk bilgileri veren ortaçağ yazmalarından romanlara, tarih kitaplarından tiyatro eserlerine kadar geniş bir literatüre sahip olan bu 'kurum' çerçevesinde kadın daima cezalandırası bir vahşi güç olarak belirlenir. Hikâyelerin sonunda dişi canavar yok edilerek cezalandırılırken ataerkil sistemin devamına olan inanç pekiştirilir"
http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=HaberYazdir&ArticleID=973277
Linkteki yazıyı okuduktan sonra taşlar yerine oturmaya başlıyor. En azından bu film ile ilgili söyleyecek birkaç şey bulabiliyorsunuz.